15 EYLÜL 2019
İçinde bulunduğumuz pandemi koşullarında sıklıkla sosyal mecraları kullanarak çocukların oyunla olan ilişkisini konuşuyoruz, yazıyoruz. Bu yazıyı da 28 Mayıs günü PlayToyi ev sahipliğinde gerçekleşen ‘Oyuntay’ çalıştayından sonra yazmaya karar verdim. Bana öyle geldi ki çocukların oyun ile ilişkisinde aslında pek de kapsayıcı olmayan ‘kalıp yargılarla’ sorunları ortaya koyuyor ve kalıp cümlelerle çözümleri öneriyoruz. Çalıştığım okul, yaşadığım çevre nedeniyle orta sınıf kentli bir sosyokültürel yaşantı sahasından hareketle, günümüz koşullarında çocuk ve oyun ilişkisini belirli ezberlerle ele aldığımı fark ettim. Bu yazı için ‘kalıp yargı’ meselesi üzerine düşünmeye başladığımda iki yaşanmışlığımı hemen hatırladım.
Yaşadığım olaylardan ilki şimdi büyük olasılıkla üniversiteden mezun olmuş olan Pelin isimli öğrencimin isyanıydı. Pelin çalıştığım özel okulun fen lisesi öğrencisiydi. Akademik olarak parlak olan Pelin hem iyi şarkı söylüyor, hem okulun voleybol takımında oynuyor, hem de tiyatro kulübünde hiç de fena olmayan performanslar sergiliyordu. Tiyatro çalışmalarından birinde konu dizi klişelerine gelmişti. Özel okulda zengin tiki kızlar ile fakir fakat gururlu kızlar tipleri üzerine konuşma açılmıştı. Pelin hiç alışık olmadığım bir öfkeyle konuşmaya başlamıştı. “Geçenlerde okul servisine binerken bazı çocuklar bana laf attı. Zengin şımarık gibi şeyler söyledi. Ben bu okulda olmayı seçmedim. Ben bir köyde de büyüyebilirdim. Annem babam doktor olduğu için burada okuyabiliyorum. Ama annem de babam da beni her istediğini alan bir çocuk olarak büyütmediler. Ben şımarık büyütülmedim. Bu okulda bazı arkadaşlar belki böyle davranışlar gösteriyor olabilir ama benim samimi arkadaşlarım terbiyeliler. Belki de o çocukların etrafındaki pek çok kişiden daha terbiyeli ve mütevazı”.
İki yıl önce Oyun Hareketi Derneği’nin destek verdiği bir proje için gittiğimiz Hakkari Yüksekova’da belediyeye bağlı çalışan sosyolog Dilan’ın anlattığı da kalıp yargılar konusunda bende diğer iz bırakan olaydı. “Hocam İstanbul’da bir belediyenin kadın çalışmalarını yürüten bir sivil girişim buradan bir grup kadını İstanbul’da misafir etti. Birlikte etkinliklere katıldık. Boğaz turu yaptık. İki gece üç gün ağırlandık. Her şey çok iyi niyetli bir şekilde oldu ama biz onları hayal kırıklığına uğrattık sanırım. Çünkü ilk akşam bizi ağırladıklarında içlerinden biri bana tıpkı onlar gibi giyindiğimizi, halbuki kendisinin şalvar ve benzeri yerel kıyafetlerle olacağımızı hayal ettiğini söyledi. Safariye çıkıp umduğunu bulamayan maceracılar gibi hayal kırıklığına uğramıştı.
”Özel okulda okuyan Arda isimli öğrencim evde eğitim ihtiyacı dışında hiç ekranla ilişkili değil. Amcamı köyde bayram ziyaretine gittiğimde ise köyde yaşayan torunları kafalarını anne-babalarının akıllı telefonundan kaldırmıyordu. Meseleleri ele alırken sadece sosyoekonomik seviye ve çocuğun yaşadığı coğrafya ile ele alırsak sorunu ortaya doğru koyma noktasında yanılabiliriz. Peki kalıp yargılarımızı kırarak pandemi koşullarındaki çocukların oyunu meselesini nasıl tartışabileceğiz?
İki gün önce çalıştığım okulun kurucusuyla yaptığım toplantıda önümüzdeki yılın senaryoları üzerinden konuştuk. Şunu fark ettim ki ne kadar detaya inersek eğitim programları ve alanları ile ilgili o kadar çıkmaza giriyoruz. Dün akşam Oyun Hareketi Derneği yönetim kurulu toplantısında da mikrokentsel alanlara küçük müdahalelerle çocuklara oyun olanağı yaratmak üzerine neler yapabileceğimizi konuşurken tartıştığımız detaylar neredeyse harika bir fikri uygulamaya geçiremeyeceğimiz bir noktaya vardırdı. Bu belirsizliğin içinde sorumluluk aldığımız alanlarda sadeleşmeye ihtiyacımız var.
Dün bir öğrencimle yaptığım online görüşmede okula tekrar dönünce nasıl oyunlar oynamalarına dair bana öneride bulunmasını istedim. Doktor hasta oyunu oynarız ve virüs varmış gibi yapıp birbirimize yaklaşmayız dedi. Çözüme bakar mısınız?
Öğretmenlere, ebeveynlere, kamusal alanda karar vericilere ama en önemlisi bir dernek mensubu olarak kendime en önemli tavsiyem şu: Elimizde kahveler, zoom toplantılarında eski alışkanlıklarımızla yürüttüğümüz karar alma süreçlerini terk etmeli ve sorunların çözümlerinde muhataplarının çözüm üretmelerine fırsatlar sunmalıyız. Öğretmenler öğrencilerine sormalı. Anne baba çocuğuna sormalı. Park bahçeler müdürü mahalleliye sormalı. Virüsün üzerimize bulaştırdığı korku kültürüne inat, kalıp yargılarımızı da bir kenara bırakıp daha çok temasa ihtiyacımız var. Çocuklar üç aya yakın süredir evlerde. Onların öğrenmeye dair fikirlerini almadan onları hep uzak tutmaya çalıştığımız ekranlardan online eğitime hapsettik. Bundan sonrasında bari çocuklara problemlerinin çözümünde kulak verelim. Çünkü hiçbiri eksikliğini gözyaşları ile hissettikleri! sıkıcı derslerini özlemedi.
Demir kırk dakika teneffüs yapıp yakar top oynamak istiyor. Buğlem Umay’la evcilik oynamak istiyor. Doğa okula kızma biraderini getirmek istiyor. Onlara aynı zara değmeden, top olmadan oynamaları gerektiğini söyleyelim onlar oyunlarına yeni kurallar koysunlar. Sanırım çocukların dünyasında bizim düşündüğümüzden daha az gerekliyiz onlar için. Kendimizi abartmayı bırakalım ve dernek üyemiz Hande’nin dediği gibi kendimiz için de oynayalım.